AR-GE MERKEZLERİ: “GİDER” MERKEZİ DEĞİL, “DEĞER” MERKEZİ NASIL OLACAK?
Araştırma ve Geliştirme (AR-GE), teknolojik yenilik ve sürekli gelişim için hayati öneme sahiptir. Ancak, pek çok şirket için AR-GE hala bir "gider merkezi" olarak görülmekte ve potansiyel getirileri tam olarak anlaşılamamaktadır. Bu algının üstesinden gelmek ve AR-GE merkezlerini gerçek bir "değer merkezi" haline getirmek, stratejik planlama ve uygulama gerektirir. AR-GE'nin sadece maliyetli bir faaliyet olmadığını, aynı zamanda şirketlerin rekabet avantajı kazanmalarına, pazar liderleri arasında yer almalarına ve yenilikçi çözümler üretmelerine olanak tanıdığını göstermek esastır.
Ancak, gerçekte birçok şirketin AR-GE merkezi olma iddiası, yüzeysel “parlak” tanımların ve iddiaların ötesine geçememektedir. Asıl soru, bu merkezlerin gerçekten araştırma ve yenilikçi geliştirme yapıp yapmadığıdır.
Bu yazımızda, AR-GE merkezlerinin mevcut durumu ve algısı, değer yaratma odaklı yaklaşımlar, patent bilincinin önemi, finansal getirileri maksimize etme yöntemleri, kurumsal kültürle entegrasyon ve geleceğe yönelik stratejiler gibi konuları ele alacağız. Her biri, AR-GE'nin bir maliyet merkezi olmaktan çıkıp nasıl bir değer merkezi haline gelebileceğini inceleyeceğiz. Bu dönüşüm süreci, sadece teknik bilgi ve finansal yatırımlarla sınırlı kalmayıp, aynı zamanda stratejik bir vizyon gerektirecektir.
AR-GE Merkezlerinin Mevcut Durumu ve Algı
Araştırma ve Geliştirme (AR-GE), teknolojik gelişmeleri takip etme ve yenilikçi ürünler geliştirme noktasında şirketler için olmazsa olmaz bir süreçtir. Ancak, birçok işletme için AR-GE hala önemli bir maliyet kaynağı olarak görülmekte ve yüksek maliyetli bu yatırımların geri dönüşü sıkça sorgulanmaktadır.
Gider Algısı ve Gerçeklik
Ekonomik baskılar altında şirketler, özellikle kısa vadeli finansal sonuçlara odaklandıklarında, AR-GE harcamalarını ilk kısıtlanacak kalemler arasında görürler. Bu durum, AR-GE'nin "gider merkezi" olarak algılanmasına yol açmaktadır. Doğal olarak bu algı, uzun vadeli büyüme ve yenilikçilik potansiyelini göz ardı etmektedir. Gerçekte, AR-GE harcamaları, yeni ürün geliştirme, pazarda etkin konum ve işletmelerin sürekli iyileştirme kapasitesinin temelini oluşturmaktadır.
Gerçekten AR-GE Merkezi misiniz ve Öyle Kalmak mı İstiyorsunuz? Önce Karar Verin
Bir şirketin gerçekten bir AR-GE merkezi olup olmadığını anlamak, bu birimin yalnızca var olan ürünleri iyileştirmekle mi yoksa gerçekten yenilikçi çözümler üretmekle mi meşgul olduğunu değerlendirmekle başlar. Şirketlerin birçoğu, AR-GE adını taşıyan birimler içermesine rağmen aslında buralarda yalnızca Ürün Geliştirme (ÜR-GE) faaliyetleri yürütülmektedir. Bu tür bir yapı, günü kurtarmaya yönelik çözümler üretirken, aslında inovasyon ve gerçek teknolojik ilerlemenin çok gerisinde kalır.
Gerçekten de çoğu firma şaşalı AR-GE terimini kullanmasına karşın, aslında ÜR-GE olmaktan ileri gidememektedir. Bırakın araştırma-geliştirmeyi, mevcut ürünlerine ilişkin müşterilerinin talep ve şikayetlerini karşılayabilelim çabasındadırlar ve bu kısır döngüden kurtulmak kolay değildir. Burada AR-GE, TEKNOLOJİ, PATENT ve İNOVASYON pazarlama jargonundan öteye gitmez. Gerçekten yenilikçi ve piyasayı değiştirecek ürünler geliştirmek yerine, mevcut ürünlerin küçük değişiklikleri ile sınırlı kalırlar. Ürünlerin büyük bir kısmı jenerik ve konvansiyonel kalırken, şirketler fason üretim gibi düşük katma değerli faaliyetlere yönelmek zorunda kalabilirler. Bu durum, AR-GE yatırımlarının potansiyel getirisini düşürür ve şirketin uzun vadeli büyüme şansını azaltır.
AR-GE, Araştırma ve Sonrasında İnovasyonla Geliştirme Demektir
Etkili bir AR-GE merkezinin altyapısı, hem temel araştırmalara hem de bu araştırmalar sonucunda elde edilen bilginin inovatif ürün ve hizmetlere dönüştürülmesine olanak tanıyacak şekilde kurulmalıdır. Bu, hem teknolojik araçlara hem de doğru yeteneklere yatırım yapılmasını gerektirir. Gerçek anlamda bir AR-GE merkezi, yenilikçiliği ve teknolojik liderliği hedefler.
Sektördeki diğer şirketlerle karşılaştırıldığında, AR-GE'ye akılla yapılan yatırımın getirisi çoğu zaman gözle görülür şekilde yüksektir. İnovatif şirketler, AR-GE'ye yaptıkları yatırımlar sayesinde pazarda belirgin bir fark yaratırlar. Apple, Google ve Samsung gibi teknoloji devleri, AR-GE yatırımları sayesinde sürekli olarak pazarın önünde yer almayı başarmışlardır. Bu şirketler, AR-GE yatırımlarını, sadece yeni ürünler geliştirmek için değil, aynı zamanda mevcut ürünlerini iyileştirmek ve müşteri ihtiyaçlarına daha iyi yanıt vermek için stratejik bir araç olarak kullanırlar.
Değer Yaratma Odaklı AR-GE Yaklaşımları
Araştırma ve Geliştirme (AR-GE) faaliyetlerinin değer yaratma potansiyelini en üst düzeye çıkarmak, stratejik yaklaşımlar ve yenilikçi düşünce tarzları gerektirir. Değer yaratma odaklı AR-GE, sürdürülebilir başarı ve rekabet avantajı elde etmek için kritik bir rol oynar.
İnovasyon ve Sürdürülebilirlik Odaklı Modeller
Değer odaklı AR-GE modelleri, sürdürülebilirlik ve yenilikçilik üzerine kuruludur. Bu modeller, sadece yeni ürünler ve teknolojiler geliştirmekle kalmaz, aynı zamanda uzun vadeli sürdürülebilir başarı için gerekli olan çevresel, sosyal ve ekonomik faktörleri de dikkate alır. Örneğin, çevre dostu teknolojilerin geliştirilmesi veya atık azaltma tekniklerinin iyileştirilmesi gibi alanlarda yapılacak AR-GE çalışmaları, hem şirketin hem de toplumun genel yararına olacaktır.
Başarılı Şirket Örnekleri ve Uygulamaları
Dünya genelinde pek çok şirket, değer yaratma odaklı AR-GE stratejileriyle ön plana çıkmıştır. Örneğin, Tesla'nın elektrikli araçlar ve sürdürülebilir enerji çözümleri üzerine yaptığı AR-GE çalışmaları, sektördeki yenilikçi yaklaşımlarını ve pazar liderliğini pekiştirmiştir. Benzer şekilde, biyoteknoloji firması Biogen, Alzheimer hastalığına karşı geliştirdiği tedavilerle hem tıbbi inovasyonu hem de hasta bakımını önemli ölçüde ilerletmiştir.
Yenilikçilikte Start-Up'lar ve Küçük Girişimlerden İlham Alın
Çevrenize bakın; birçok start-up ve küçük girişim, sınırlı AR-GE kaynaklarına rağmen, inovasyonla değerlerini katlamayı başarmıştır. Haberlerde sıklıkla, bu tür şirketlerin nasıl hızla değer kazandıklarını ve endüstri standartlarını nasıl yükselttiklerini okuyoruz. Örneğin, biyoteknoloji start-up'ı CRISPR Therapeutics, gen düzenleme teknolojilerindeki yenilikçi çalışmalarıyla kısa sürede büyük bir piyasa değerine ulaşmıştır. Yine, finans teknolojisi start-up'ları, blok zinciri ve yapay zeka gibi teknolojileri kullanarak finansal hizmetlerde neredeyse çığır açmaktadır. Bu tür şirketler, odaklanarak ve tabir yerindeyse kurumsal kaosa hiç bulaşmadan, niş pazarlarda özgün çözümler sunmakta ve genellikle bu başarıları medyada geniş yer bulmaktadır.
Tüm bu girişimler, AR-GE'nin sadece büyük bütçelerle sınırlı olmadığını, aynı zamanda yaratıcı düşünce ve cesur stratejilerle nasıl atılım gerçekleştirilebileceğini kanıtlamaktadır. Arayana bahane çoktur. Eğer bir kurumsal veya yönetsel kaos içerisindeyseniz, bunu mutlaka kırmanız gerekecektir.
Patent Bilincinin ve Araştırmasının Önemi
Araştırma ve Geliştirme (AR-GE) süreçlerinde patent bilinci, yalnızca teknoloji ve ürün geliştirmede değil, aynı zamanda stratejik pazar pozisyonlaması ve rekabet üstünlüğü kazanmada da kritik bir role sahiptir. Ancak, birçok AR-GE merkezi patent konusunda yeterince bilinçli değildir. Patent bilgisizliği, şirketlerin hem finansal hem de stratejik kaynaklarını yanlış yönlendirmelerine yol açabilmektedir. Kaldı ki çoğu yönetici bu gerçeğin farkında bile değildir.
Patentlerin AR-GE Stratejisi Üzerindeki Etkisi
Patent bilincine sahip olmak, yenilikçi çözümlerin korunması ve ticarileştirilmesi açısından hayati öneme sahiptir. Patentler, bir şirketin teknolojik yeniliklerini koruyarak, bu yeniliklerin rakipler tarafından kolayca taklit edilmesini önler. Bu koruma, özellikle birçok ülkede ve gerçekten katma değerli güzel bir buluş için olur ise şirketlere piyasada benzersiz bir konum sağlar ve ürünlerinin üzerine inşa edilebileceği sağlam bir temel oluşturur. Örneğin, bir telekomünikasyon şirketi teknolojinin ilerlediği yönü iyi öngörerek yeni ve özgün bir veri iletişim teknolojisi geliştirip bunu hızla patentleyebilirse, rakiplerinin benzer teknolojiler geliştirme çabalarını caydırırken, aynı zamanda yüksek lisans gelirleri elde edebilir. Yeri gelmişken, burada hızlı kelimesi yanlış anlaşılmasın; bir patent başvurusun tescillenmesi 3-4 sene ve bazen daha fazla sürmekte, ancak haklar başvuru tarihi itibarıyla korunmaya başlamaktadır.
Patent Amaç Değil Araçtır
Bir buluşun patentlenmesi önemlidir ama kolay değildir. Dünya ortalaması yaklaşık olarak üç başvurudan ancak bir tanesinin patent koruması elde edebildiğini göstermektedir. Tabi bu son noktada gerçekten neyi koruduğunu da anlayabilmek gerekir.
Öte yandan, her sektör için uygun olmamakla birlikte bazı durumlar için yeterli patent bilgisi ile hiç patent almamak da uygun bir stratejidir. Örneğin, sadece jenerik ilaç üreten ve böyle de devam etmek isteyen bir firma piyasada bulunan patentli ürünleri yakından izler, koruma süreleri bitince aynı ürünleri ruhsatlayıp yeni markalar altında piyasaya sürer. Bu, tamamen yasal bir stratejidir ve toplumun da kesesine uygun düşmektedir. Hakeza fason üreticiler için de durum benzerdir, yeter ki patent bilinci olsun. Yoksa biraz palazlanıp yurtdışı fuarlarda boy göstermeye başlayan bazı firmaların yaşadığı gibi standı kapatılabilir, ürünleri patent ihlali noktasında tespite konu edilip ardından dava süreçleri ile uğraşılabilir. Örneğin Almanya’da bu tür fuarlara katılanlar, orada fuar içerisine yerleşik hızlı karar alan sınai mülkiyet mahkemelerini görmüşlerdir.
"Çoğu AR-GE personeli patent araştırmasından habersizdir ve sıklıkla tekerleği yeniden icat etme derdi ile meşguldür."
Patent Araştırmasının Değer Yaratmadaki Rolü
Etkili bir patent araştırması, piyasadaki mevcut ve gelecekteki teknolojiler hakkında derinlemesine bilgi sağlar. Bu bilgi, AR-GE departmanlarının mevcut projelerini daha iyi yönlendirmelerine, boşlukları tespit etmelerine ve yenilikçi çözümler üretmelerine olanak tanır.
Bilinçli teknoloji şirketleri, mevcut patent veritabanlarını düzenli olarak tarayarak, hangi teknolojilerin serbest olduğunu ve hangi alanlarda yenilik yapabileceklerini belirler. Bu bilinç, onların boşlukları bulmalarını ve pazarda hareket avantajı elde etmelerini sağlar.
Ancak, çoğu AR-GE personeli patent araştırmasından habersizdir ve sıklıkla tekerleği yeniden icat etme derdi ile meşguldür. Bu, sadece kaynak israfına neden olmakla kalmaz, aynı zamanda şirketin pazar rekabetçiliğine de zarar verebilir. Örneğin, bir otomotiv şirketi zaten patentlenmiş bir motor teknolojisi üzerinde çalışmalar yaparak büyük miktarda zaman ve para harcar, ancak daha sonra bu teknolojinin başka bir şirket tarafından zaten patentlendiğini öğrendiğinde tüm çabaları boşa gitmiş olur.
Patent Bilincinin Geliştirilmesi Nasıl Sağlanır?
AR-GE merkezlerinin patent bilincini artırmak için atılabilecek adımlar arasında, düzenli patent eğitimleri, sürekli piyasa ve teknoloji izlemesi, ve etkili bir fikri mülkiyet stratejisi geliştirme yer alır. Bu konulara yeni giren şirketler, muhakkak yetkin patent danışmanları ile çalışarak, AR-GE projelerinin patent potansiyelini değerlendirmelidir. Gerektiğinde sözleşme konuları dahil hukuki destek almalıdırlar. Bu yaklaşımlar, tüm AR-GE ekibinin patent bilgisini artırarak, hem yenilikçi hem de yasal olarak güvende olan projeler geliştirmelerini sağlar.
AR-GE'nin Finansal Getirisini Maksimize Etmek
Araştırma ve Geliştirme (AR-GE) yatırımlarının finansal getirisini maksimize etmek, şirketler için stratejik bir hedef olmalıdır. Bu süreç, sadece yenilikçi ürünler geliştirmekle kalmaz, aynı zamanda şirketin uzun vadeli finansal sağlığına da katkıda bulunur. Etkili bir finansal yönetim ve yenilikçi problem çözme yöntemleri olmadan, AR-GE yatırımlarının yüksek maliyetler ve düşük getirilerle sonuçlanması yüksek olasılıktır. Bu kapsamda ilgili devlet teşviklerini de doğru anlamak ve kullanmak önemlidir.
Yatırım Getirisi (ROI) Analizi
AR-GE projelerinde yatırım getirisini (ROI) artırmak için projelerin maliyetleri ve potansiyel getirileri üzerinde dikkatli bir değerlendirme yapılması gerekir. Örneğin, bir şirket yeni bir elektronik alet geliştirmeyi planladığında, pazar araştırması yaparak bu alet için gerçek bir talep olup olmadığını, ürünün muhtemel satış fiyatını ve satışlardan beklenen geliri doğru öngörüp güzelce değerlendirmelidir. Ayrıca, ürün geliştirme ve üretim süreçlerinin maliyeti de hesaplanmalıdır. Bu bilgiler, yatırımın finansal olarak mantıklı olup olmadığını ve projenin şirket için karlı olup olmayacağını belirlemek için elzemdir.
Devlet Teşvikleri ve Vergi Avantajları
Devletler, AR-GE faaliyetlerini teşvik etmek için çeşitli vergi indirimleri ve destekler sunar. Örneğin, ülkemizde patentli ürün ve yöntemler geliştiren şirketlere başvurdukları taktirde ilgili satış gelirlerine yönelik %50'ye varan kurumlar vergisi indirimi sağlanmaktadır. Bu tür teşvikler, AR-GE yatırımlarının maliyetini önemli ölçüde düşürerek, şirketlerin bu alandaki faaliyetlerini artırmalarını teşvik eder. Ayrıca, patent başvuruları için mali destekler ve hibeler, şirketlerin yenilikçi fikirlerini korumalarına yardımcı olurken finansal yüklerini hafifletmektedir.
İnovasyonu Teşvik Etmek için Kullanılan Farklı Yöntemler
Maliyetleri düşürmek ve aynı zamanda inovasyonu teşvik etmek, stratejik yöntemlerle mümkündür. TRIZ, Design Thinking ve Agile gibi metodolojiler, AR-GE süreçlerine farklı boyutlar getirerek yeni ürün ve hizmetlerin geliştirilmesini destekler. Bu tür yöntemlerden etkin olarak istifade edilebilirse, AR-GE’lerin yaratıcı çözümler üretmesine ve pazarın dinamik değişikliklerine hızlı yanıt vermesine yardımcı olacaktır.
Maliyet-Etkin AR-GE Yönetimi
Etkili bir AR-GE yönetimi, kaynakların akıllıca kullanılmasını ve her bir yatırım lirasının maksimum değeri sağlamasını gerektirir. Lean yönetimi ve Six Sigma gibi süreç iyileştirme teknikleri, gereksiz harcamaları azaltarak süreçleri daha verimli hale getirir. Bu yaklaşımlar, hızla değişen pazar koşullarına adaptasyonu kolaylaştırır ve AR-GE yatırımlarının getirisini artırır.
Üst Yönetimin Bilinci ve Desteği
AR-GE faaliyetlerinin başarısı büyük ölçüde üst yönetimin bilincine ve bu alana sağladığı desteğe bağlıdır. Yönetim katmanının AR-GE'nin önemini kavraması ve sürekli olarak desteklemesi, şirketin yenilikçilik kapasitesini artırır. Yönetim, AR-GE'ye yatırım yapmanın uzun vadeli getirilerini anlamalı ve bu alana kaynak ayırarak, inovatif projelerin önünü açmalıdır. Üst düzey yöneticiler, AR-GE süreçlerine doğrudan katılarak ve inovasyon için gerekli kaynakları sağlayarak bu alana verdikleri önemi göstermelidir.
Yeni başlayanlar için AR-GE departmanında en az bir patent mühendisi bulunmalıdır.
Patent Hedeflemesi
Yeni başlayanlar için AR-GE departmanında en az bir patent mühendisi bulunmalıdır. Bu, AR-GE ekibinin patentlenebilir fikirler geliştirmesine ve bu fikirlerin uygun şekilde korunmasına yardımcı olur. İlk etapta, AR-GE personelinden yılda en az bir buluş bildirimi yapmaları beklenir. Gelişen bir AR-GE takımı için, 3-5 kişilik bir ekipten yıllık 5-8 patent buluş bildirimi hedeflenmelidir. Bu bildirimler arasından şirket, hangi buluşların patent başvurusu yapmaya uygun olduğuna karar vermeli ve bu süreçte stratejik bir hedefleme yapılmalıdır. Bu hedefleme, şirketin yenilikçi çabalarını ve piyasadaki rekabet gücünü artırmak için kritik bir rol oynayacaktır.
Gelecek İçin AR-GE: Uzun Vadeli Stratejiler ve Öngörüler
Araştırma ve Geliştirme (AR-GE), hızla değişen teknolojik ve ekonomik koşullar altında şirketler için hayati önem taşır. Gelecekteki başarılarını sağlamak için şirketler, sürdürülebilir ve ileriye dönük AR-GE stratejileri geliştirmelidir.
Teknolojik Gelişmelerin AR-GE Üzerindeki Etkileri
Teknolojinin sürekli evrimi, AR-GE faaliyetlerini doğrudan etkiler. Örneğin, yapay zeka ve makine öğrenimi, ürün geliştirme süreçlerini daha hızlı ve verimli hale getirme potansiyeline sahiptir. Şirketler, bu tür teknolojileri entegre ederek, AR-GE süreçlerini daha da otomatikleştirebilir ve inovasyon hızlarını artırabilir. Bu, rekabet avantajı elde etmek ve pazar liderliği için kritik bir adımdır.
Geleceğin AR-GE Stratejileri
Gelecek için AR-GE stratejileri, şirketlerin uzun vadeli hedefleriyle uyumlu olmalıdır. Sürdürülebilirlik, giderek daha fazla şirketin önceliği haline gelmekte olup, AR-GE faaliyetleri bu yönde şekillendirilmelidir. Örneğin, çevre dostu ürünler ve yenilenebilir enerji teknolojilerine yapılan yatırımlar, hem çevresel sorumlulukları yerine getirir hem de tüketici taleplerine yanıt verir.
AR-GE İçin Öngörüler
Şirketler, gelecekteki trendleri ve pazar dinamiklerini doğru bir şekilde öngörmek için kapsamlı araştırmalar yapmalıdır. Bu, pazarın ihtiyaçlarına uygun yeni ürünler ve teknolojiler geliştirilmesini sağlar. Ayrıca, global pazarlarda faaliyet gösteren şirketler için çeşitli coğrafyalardaki teknolojik gelişmeleri ve düzenleyici değişiklikleri takip etmek, uluslararası rekabetçilik açısından önemlidir.
Sonuç
Bu yazımızda, AR-GE merkezlerinin gider merkezi olmaktan çıkıp nasıl değer merkezi haline gelebileceği üzerine çeşitli stratejiler ve uygulamalar ele alınmıştır. AR-GE'nin, şirketler için sadece maliyetli bir faaliyet olmadığı, aynı zamanda uzun vadeli rekabet avantajı ve pazar liderliği için kritik öneme sahip olduğu vurgulanmaktadır.
AR-GE merkezlerinin etkin yönetimi, devlet teşviklerinin kullanılması, patent bilincinin artırılması ve stratejik yatırım getirisi analizleri, şirketlerin AR-GE yatırımlarından maksimum değer elde etmelerini sağlar. Üst yönetimin bilinci ve desteği, AR-GE süreçlerinin başarıyla entegre edilmesinde ve şirket genelinde yenilikçilik kültürünün benimsenmesinde temel bir rol oynar.
Geleceğe yönelik olarak, AR-GE stratejileri, teknolojik gelişmeleri ve pazar ihtiyaçlarını öngörerek, sürdürülebilir ve yenilikçi ürünler geliştirmeye odaklanmalıdır. Bu yaklaşım, şirketlerin hızla değişen global ekonomide ayakta kalmasını ve büyümesini sağlayacak temel taşlardan biridir.
AR-GE, doğru strateji ve uygulamalarla desteklendiğinde, bir şirketin gider kalemleri arasında değil, en değerli varlıkları arasında yer alabilecektir. Şirketler, AR-GE'yi merkezi bir değer olarak benimseyerek, tüm organizasyonel yapı içinde yenilikçiliği teşvik edebilir ve sürekli olarak pazarda başarı elde edebilir.
Ne demişler: İş bilenin, kılıç kuşananın…
Girişimcilik bir çok ülke gibi Türkiye’de de teşvik edilen bir sistemdir. Gerçekten de Anadolu insanının yapısı girişimciliğe daha uygundur. Belki de “göçebe” bir toplum oluşundan olsa gerek diğer ülke insanlarına göre, mesela bir Rus veya Avrupa vatandaşına göre daha girişimci bir ruha sahiptir. Ülkemiz insanı yaradılış olarak böyle bir avantaja sahip iken, tüm kamu kurumları ve toplumla böyle olumlu yönlendirmeler varken” girişimcilikte gerçekten beklenen başarılar var mıdır ?” sorusuna cevap maalesef koca bir HAYIR dır. Kanaatimize göre bunun en büyük nedeni girişimcilikteki “RİSK” olgusunun gerçekten iyi anlaşılamamasıdır. Risk derken insanlar genelde bir satışı yapma veya yapamama olarak, veya bir girişimin başarılı olması veya olamaması olarak algılanır. Evet bu doğrudur. Ama bundan çok risk aslında “başarısız olmak”, “parasız kalmak”, ve hatta “aç kalmaktır”. Kim sabit maaş varken bu riskleri göze alır. Üstelik yapılan girişimlerin bir çoğu başarısız olurken . Diğer yandan girişimcilik ekosistemi aslında Türkiye’de yoktur gerçek anlamıyla. Devlet her yönü ile gençleri girişimciliğe yönlendirir. Ama bir de girişimci olduktan sonraki durumuna bakılırsa pek de girişimciliği destekler bir ortam yoktur. Örneğin bir kişi şirket kurduğunda sosyal güvenlik kaydı şarttır ki bu girişimci için Bağ-Kur’lu olmak anlamına gelir. Eğer kurduğu şirket bir LTD veya A.Ş. ise bağ-kur için harcadığı parayı gider olarak gösteremez. Diğer yandan kiralık bir ofis tuttuğunda verdiği kiranın %20’sini stopaj vergisi olarak öder. Eğer bir mühendis veya işletme mezunu yeni mezun çalıştırmaya kalkarsa brüt maaşının ortalama %37’sini SGK primi ve işsizlik payı olarak ödeyecektir. Bundan ayrı olarak%20 ile 35 arasında brüt maaşın vergisini verecektir. Bu değerler üzerine bir kişiye verdiği maaşın yaklaşık %60-70’ini SGK primi ve vergi olarak verecektir. Sattığı ürün ve hizmetlerde KDV vergisi ortalama %18 ödeyecektir. Bir çok kişi KDV’nin gerçek anlamda bir vergi olmadığını, satıştan alınan KDV’nin giderlerden düştüğünü söyler. Ancak böyle değildir. İşveren KDV’yi devlet adına müşteriden alır. Müşteri verdiği paraya bakar. Tüm bu şartlarda eğer kâr edebilirse elde ettiği kârdan %20 kurumlar vergisi ödeyecektir. Bu kurumlar vergisinden sonra girişimci kendi girişim şirketinden bir maaş veya kâr payı almak isterse aldığı paraya göre %20 ile %35 arasında ek gelir vergisi ödeyecektir. Yani işin aslı iş hesaba gelince girişimcilik aslında pek kolay değil gibi gözüküyor.
Peki buna rağmen başarılı olanlar var mı ? Sayıları çok düşük olsa da evet, var. Bu güzel bir şey. Diğer güzel bir şey, bu durum sadece Türkiye için değil hemen hemen tüm ülkelerde de bu vergi sorunu vardır. Ancak bazı ülkeler, yüksek verginin girişimciliği engellediğini görmüş ve vergileri düşürmüştür. Örneğin Singapur ve İrlanda’da vergiler genel olarak düşüktür. Hatta İrlanda’da gelir vergisi oranı %13 civarında olmasından dolayı bir çok elektronik ve yazılım şirketinin (apple gibi) merkezleri, en azından finans yönetim merkezleri bu ülkededir. Bu vergi sorununu gören Amerika’nın son başkanı Trump her ne kadar ırkçı söylemleri olsa da sanayi ve iş çevreleri tarafından desteklenmiştir. Trump, Amerika’daki vergi oranlarını düşürerek tıpkı daha önce Reagen’nin yaptığı gibi Amerikan ekonomisini daha rekabetçi hale getirme ihtimali yüksektir.
Girişimcilikte vergi sorunu bir yana bürokrasi ve teşvikler de etken unsurlardır. Örneğin Türkiye’de girişimciliği desteklemek için bir çok teşvik vardır. Ancak bunlar daha çok genç girişimcilere dönüktür. Bu kanaatimize göre eksik bir uygulamadır. Oysa birkaç kez attan düşmüş birinin ata binmesi daha farklıdır. Dolayısı ile piyasada tecrübe kazanmış birinin de desteklenmesi gerekir. Diğer yandan devlet tarafından verilen desteklerin, sadece girişimcilik ile ilgili değil, tüm desteklerin fazla abartılmaması gerekir. Çünkü devlet destekleri yine vergi toplanarak verilir. Yani ne kadar çok destek , o kadar çok vergi demektir. Devlet desteklerini arttırmak yerine Türkiye’deki bürokrasinin azaltılması, mal ve hizmet ticaretinin kolaylaştırılması ve en önemlisi paranın bollaştırılması ile girişimcilik ortamının daha da iyi olacağı aşikârdır.
Nihai olarak belirtmek gerekir ki girişimcilik her ne kadar büyük riskler içerse de maaşlı çalışmaktan iyidir. En azından bir ülkede girişimci sayısının veya girişimci düşünen maaşlı sayısının daha fazla olması gerekir. Kuşkusuz Her insanın karakteri bir değildir. Kimileri riski sevmez. İşini iyi yapar ve maaşını alır. Bu da çok önemlidir. Ama girişimci yoksa bu kişilere iş olamaz! Dolayısı ile Türkiye , girişimcilikle kalkınacaktır. Bunun için girişimciliğin önündeki tüm engeller, eğitim, vergi, bürokrasi, yüksek faiz vs. tüm engeller kaldırılmalıdır. Bunlar olmazsa girişimcilik kitaplarda geçen hikayelerden farklı olmayacaktır.
Commentaires